Dünya hızla dönmeye devam ederken, insanoğlu da son hız hayat maratonunu koşmaya devam ediyor.
Bu maratonda herkesin kulvarı farklı ve koşu parkuru kendine özel.
Kimi bu maratonu rahat bir şekilde ön sıralarda tamamlarken, kimisi de güç bela kuvvetinin son vetiresinde tamamlayabiliyor.
Hayatta her insana biçilen rol ve de kader farklı farklı üstelik.
Öyle ki; kimi bu koşuda her türlü enerji desteğini alarak rahatça ilerlerken, kimi de sadece kendi bünyesindeki enerjiyle tamamlamaya çalışıyor bu koşuyu.
Oysa ki; start çizgisinde yani dünyaya geldiğimiz ilk anda her birimiz aynı şartlarda atmaz mıyız ilk çığlığımızı dünyaya?
Aynı masumiyete, aynı acziyete, dünyaya karşı aynı yabancılığa sahip değil miyizdir her birimiz?
Dünyaya merhaba dediğimiz o ilk anda ihtiyacımız olan her şey o aynı insanda, göbek kordonuyla bağlı olduğumuz, kanıyla, canıyla, ruhuyla bizi besleyen annemizde değil midir?
Dünyaya geliş sürecine kadar, vatanımız annemizin rahmi değil midir sonra?
Dünyada da vatanımız kadınımız, kadınımızın kalbi, kadınımızın gönlü değil midir?
Yaşadığımız toprakları anlamlandıran, vatanımızı uğurlarına savunduğumuz, kokularını topraklarımızın kokusu bildiğimiz, vatan gözlü kadınlarımız değil midir?
Vatanı her şeyidir insanoğlunun.
Vatanı her şeyini sunar insanoğluna.
Ve bu vatanı vatan kılan tüm unsurları…
Önce kendi kalbimiz, gariplerin dertleriyle dertlenen tertemiz gönüllerimiz ve bu gönüllerimizi bir kılan kadınlarımızın vefalı, cefakâr, sevda yüklü gönülleri…
Bu sevda yüklü gönüllerle bir olma duygusu ve bu duygu da vatanını bulabilmek…
Kadınını vatanının bir parçası değil, kadınını vatanının can evinde bulabilmek…
Vatanını kadını için değil, kadınını vatanı için sevmek…
Vatanındaki tüm unsurların kadının da toplandığı için, “Sütçü İmam” misali kadınının bir saçının telini, memleket meselesi belleyerek sevmek…
Samimiyet ile…
***
Söz Meclisi
İnsanın vatanı, kalbine düşen ilk hassasiyette vuku bulur, oradan gelişip de kök bulur.