Türk sinemasının en önemli yapıtlarından biriydi 1978 yapımı “ Selvi Boylum Al Yazmalım” filmi.
Kamyon şoförü İlyas ile Asya’nın büyük aşkını konu edinen bu başyapıtın en önemli özelliği ise filmin sonundaki harika replikti.
Hani şu meşhur “ Sevgi neydi? Sevgi iyilikti, dostluktu, sevgi emekti…” repliği.
70’li yıllar Türkiye ve Türk insanı için çok daha farklı ve çok daha manidar bir dönemdi hiç şüphesiz.
Memleketin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik ve siyasi atmosfer, Türk halkını ve bu cânım vatanı fazlasıyla yormuştu, yıpratmıştı.
Siyasi ortamın bir türlü sağlam bir zemine oturamayışı, bununla birlikte ortaya çıkan sosyo-ekonomik çalkantılar ve Türk halkının bu olumsuz tablo karşısında kamplaşmalara doğru yönlenmesi bu bunalımdan bir an önce kurtulunması veya en azından bir nebze olsun uzaklaşılabilmesi için, insanlığın insan olabilmesinin yegâne ölçütlerinden olan “aşk ve sevgi” temasının bu dönemde daha fazla ön plana çıkmasını doğurdu bana göre.
Peki, sadece aşk ve sevgi mi?
Hayır.
Komediyi, gülmeyi, dramı, ağlayabilmeyi, dostluğu, dost kalabilmeyi de bu dönemde ortaya çıkan yapıtlardan öğrendik birçoğumuz.
“İnek Şaban”dan saflığı ve temizliği, “ Zeki-Metin” ikilisinden harbi dostluğu, “ Hafize Ana”dan ana yüreğinin karşı konulamaz hassasiyetini, “Hulusi Kentmen”den dışı oldukça sert ve gaddar, fakat bir pamuk kıvamında bir kalbe sahip klasik Türk babasını işledik beyinlerimize ve gönüllerimize.
Zira onlar çok gerçekti.
Zira onlar da bizlerden, bu halktan biriydiler sadece.
Çünkü onlar bizleri, bu halkı taşıdılar beyaz perdeye.
Ve biz de kendimizi, kendi aşkımızı, kendi yüreğimizi, kendi ailemizi ve kendi savaşımızı buluyorduk onlarda.
Çünkü bizim hikâyemizdi onlarda vücut bulan.
Her biri nasıl da benziyordu analarımıza, babalarımıza, kavgalarımıza, davalarımıza.
Aşklarımız, tutkularımız, henüz bozulmamış dostluklarımız nasıl da örtüşüyordu bu ustaların karakterleriyle.
Çünkü biz bir millettik.
Millet olabilmenin tüm gerekliliklerini içine sindirebilmiş, yüreğine yazabilmiş bir millet!
Ne kadar farklı fikirlerin, ülkülerin uğruna her şeyimizi, hatta canımızı ortaya koyabilecek kadar ateşli ve tutkun olsak da, can dostumuzun fikri, dünyası, kişiliği ne olursa olsun onu yarı yolda bırakmayı, ona sırt dönmeyi kısacası “ adam satmayı” bilmezdik.
Gönül eğlendirmekten, sadakatsizlikten, aşka ihanet etmekten yana olmazdık.
Sevdik mi adam gibi sever, dost bellediğimizi kanımızdan, canımızdan ayrı tutamazdık.
Cefakâr analarımız, vefakâr yarlarımız ve hatır bilir dostlarımız vardı bizim.
Gerçek bir millet olabilmenin gerekli kıldığı sorumluluklar bizlere unutturulmadan evvel…
Aşkların, dostlukların, samimiyetin yitirilmediği, saflığın, temiz yürekli kalabilmenin anlamının henüz değişmediği zamanlarda.
Ve bugün eminim ki çevremizde, sokağımızda, mahallemizde, kısacası memleketin her köşesinde hâlâ bir yerlerde bu insanlar.
Kimine göre “ alaturka” kimine göre “ enayi “ görülen bu insanlar…
Yüreğinin bembeyaz sayfalarını, bu karanlığa gömülmüş, simsiyah dünyaya açabilenler hâlâ mevcut bu atmosferde.
Hâlâ onlarla birlikte soluyabiliyoruz bu havayı.
Ne mutlu bizlere ki, aşklarımız, tutkularımız, sevdalarımız hâlâ taptaze…
Samimiyet ile…
***
Söz Meclisi
Kendini unutanın pusulası kimin eline düşerse, kişi onun esiri olur