Kader, her insanın yolunun en başında çizilmiş olan ilerleyeceği yolun güzergâhıdır.
O yolda kendi iradesiyle tercih edeceği dönemeçler, kavşaklar; netice itibariyle yolun sonuna varıncaya dek geçirdiği-geçireceği evrelerin toplamıdır kader.
İnsanoğlu, dünyaya gönderilen diğer mahlûkattan çok farklı, çok özel, çok müstesna olarak gönderildi bu dünyaya.
Manevi dünyasında meleklerden dahi daha melek olabilme ehliyeti insana verildi.
Hayvanlardan daha hayvan olabilme ehliyeti de verildiği gibi…
Zira iyi ile kötü, güzel ile çirkin veya helal ile haram gibi kavramların idraki dünyada sadece insana bahşedildi.
Yine, aşkların en hakikisi, sevdaların en kutsalı da insan yüreğinde filizlendi.
Mecnun’un Leyla’ya olan aşkının katmer katmer aşama kaydedip ilahi aşka bürünmesi, Leyla’sında bulamadığı gönül açlığını Rabbinde bulması, kalbine düşen hassasiyetin Leyla’ya değil de asıl sahibine raptolması, esasında insanoğluna bahşedilen en büyük nimetti.
Fakat modern dünya, bu nimetten alıkoymaya çalışır insanoğlunu.
Aşkını, sevdasını, vatanını, imanını çalmaya çalışır yüreğinden.
Nefsiyle birlikte modern dünya ile kapital düzenle den mücadeleye tutuşma zorunda kalır insan.
Dünyadaki kaderi odur çünkü.
Bu kaderinden ne kadar kaçmaya çalışırsa o kadar zillete düşer farkına varmadan.
Kendi aşkına, kendi sevdasına, kendi vatanına yöneldiği nispette güçlendirebilir imanını.
Gönlünde yatan zenginliklerin farkına varabildiği oranda yönelebilir Rabbine.
Ve kalbini ne kadar esir almışsa Leyla’sı, bir o kadar özgür, bir o kadar tutkuludur sevdası.
Gönlü ve kaderi aynı yöne bakıyorsa eğer, vatanı olur her bir sılası…
Samimiyet ile…
***
Söz Meclisi
Gönül bu tüm kapalı kapıların anahtarı
Saklıdır sultanların nice gizli sevdaları