Tarihi şahsiyetleri kutsamak veya bunun aksine acımasızca yermek, Türk halkının vazgeçemediği alışkanlıkları arasında yer alır.
Bu durumun nedeni şahsiyetleri, kimlikleri kendi ideolojik kalıplarımıza göre değerlendirmeye çalışmamızdan ileri geliyor.
Kimimiz Abdülhamit Han’ı yere göğe sığmayacak bir lider olarak benimserken, kimimiz Enver’in hakkını yerine koymayı kendimize vazife belleriz.
Kimilerimiz hocasına, şeyhine toz kondurmazken, kimilerimiz Mustafa Kemal’in insan yönünü görmez “izmci” akımların kabul ettirmeye çalıştığı çarpık zihniyetlere kapılıp gideriz.
Siyasetten, sosyal hayata ve hatta dini yaşantımıza dahi, sahibi olduğumuz ideolojik kalıplar çerçevesinden yaklaşırız.
Tarihi şahsiyetleri veya kendimize birer idol, önder olarak seçtiğimiz, değer verdiğimiz isimleri her şeyden önce insan olarak görebilmeyi, insan doğasının gerektirdiği zaviyelerden değerlendirebilmeyi aklımızın bir ucuna getirmeyi hiç denemeyiz bile.
İnsanın belli bir ideolojik kalıba inanıp, gönül verip, yaşantısını da bu minval üzere şekillendirmesi kadar doğal bir durum yok aslında.
Fakat o belli ideolojilerin ya da yaşam tarzlarının sembol olmuş isimlerine de aynı kararlılıkta, aynı adanmışlıkla bağlı kalabilmesi de imkânsızdır.
Çünkü insan çeşitli faktörlerden en çok ve en hızlı etkilenen bir yapıdadır.
Dolayısıyla bir lidere, öndere kayıtsız, şartsız her halde bağlı kalabilmesi, tüm yaşamını söz konusu liderin, önderin yoluna adaması hem tehlikeli, hem de imkânsızdır bir noktada.
Siyasi mekanizmaların tam anlamıyla sağlam bir zemine oturmadığı coğrafyalarda, insanların bütün benlikleriyle, bütün zihin ve gönül kodlanmışlıklarıyla “ önderim” diyebileceği karakterlerin bulunamayışı da bu nedenledir.
Bu tür coğrafyalardaki insanların toplumun büyük bir kısmını kucaklayabilecek bir lider özlemleri ile mevcut liderlerin yetersizlikleri çakıştıkça, siyasi çalkantı ve belirsizlikler de kronikleşen siyasi sorunlar halini almaya devam edecektir.
Oysaki var olan liderler, önderler veyahut kafalardaki idoller kutsanmadan, insani yönleri de unutulmadan benimsenebilse bu türlü sorunlarla da karşı karşıya kalınmayacaktır.
Tam 78 yıldır belli bazı çevrelerin süregelen kavgaları bitecektir mesela.
Taraflardan birinin gözyaşları içinde andıklarına, diğer taraf lanetler okuyarak sövmeyecektir örneğin.
Ya da bir tarafın yıllarca ötekileştirdiği, horladığı, tüm sosyal yaşamdan soyutladığı kesim, kendisine saygı duyuldukça belli bazı noktalarda aynı duygu, his ve fikirlere ortak olabilecektir.
Yani demem o ki; saygı kavramının içeriğini içimize sindirebildiğimiz kadar güzelleşeceğiz.
Güzelleştikçe de bu topraklara baharı yeniden buyur edeceğiz.
Samimiyet ile…
***
Söz Meclisi
Tarihimizi, ideolojik yargılarımızdan biraz olsun uzaklaşarak okuyabilirsek, ne denli bir zenginliğe sahip olduğumuz anlaşılacaktır.