Muktedir olmak, zulmü ve zulmetmeyi meşru görmek demek değildir kesinlikle.
Muktedir olmak tam aksine zulmü ortadan kaldırmaya çalışmak, haksızlıkları minimum düzeye indirebilmek, adalet terazisinin dengesini koruyabilmektir elden geldiğince.
Mutlak eşitliği yakalayabilmek imkansız gibi görünse de, adaletin şaşmaz terazisine mutabık kalabilmek, muktedirlerin kişisel anayasalarının değişmez ilk maddesi olabilmelidir.
Gücü elinde bulundurmak, güce sahip olmak her zaman haklı olan taraf olmakta değildir ayrıca.
Pekala, haksız olup da, güce sahip olabilmek, muktedir kalabilmek mümkün olabiliyor çağımızda.
Dünya tarihinin birçok kesitinde karşı karşıya kalınan durum gibi…
Bu konuyla ilgili olarak dünyaya hangi cihetten, hangi yönden baktığınız da önemli daha sonra.
Peki, biz hangi taraftan bakıyoruz dünyaya?
Dünyayı algılayabilmemiz, haklıyı haksızı ayırt edebilmemiz, gücün sahipleri ile güce asıl sahip olması gerekenlerin arasında nasıl bir tavır sergileyebiliyoruz?
Her şart ve koşulda sadece güçlü olanın değil de, haklı olan tarafın, hakkı gözetenin safında yer alabiliyor muyuz mesela?
Karşı karşıya kaldığımız olaylarda veya insanlar arasındaki münasebetlerimizde adaleti şiar edinebiliyor muyuz kendimize?
Tarihi ve kültürel birikimlerimizin, kazanımlarımızın gereği “ adalet” mührünü hakkıyla taşıyabiliyor muyuz yüreklerimizde?
Dolayısıyla yüreğimizle, kalbimizle, gönlümüzle yönümüzü tayin edip, vurabiliyor muyuz mührümüzü cihanın tam kalbine?
Samimiyet ile…
***
Söz Meclisi
“Adalet” şaşmaz tek ölçüttür, henüz insanlığını yitirmeyenlere